Atatürk İlkeleri
Atatürk’ün inkılaplarını gerçekleştirirken uyguladığı yöntemlere,
esas olan düşüncelerin sistemli bir şekilde ifade edilmesi "Atatürk
ilkeleri"dir. Bu ilkeler inkılaplar gerçekleştirildikten sonra da onların
yaşatılmaları için dayanak olmuştur.
Atatürk’ün inkılaplarına esas olan ilkeler sağlam tutarlı ve
kalıcı niteliklidir. Çünkü ilkeler evrensel boyutlu ve insanlığın uzun bir
tarih boyunca işlediği esaslı düşüncelere dayanmaktadır. İlkelerin temelinde
yatan düşünceler XVII. yüzyıldan sonra dünyaya yayılmaya başlamış XIX. yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğu’na sınırlı olarak bu düşünceler girmiştir. Atatürk bu
düşünceleri kendi sezgisi aklı ile değerlendirmiş, gözlemleri ve deneyleri ile
uygulanabilirliğini ölçmüş onlara kendi milliyetçi anlayışından doğan yeni
boyutlar kazandırmış ve böylece inkılapları gerçekleştirmiştir.
Atatürk İlkelerinin Kökenleri
Akılcı ve Bilimsel Düşünce
İnsanın çevresindeki olayları, gerçekleri aklın değişmez
kuralları ve bilimin verileri ile açıklayıp değerlendirmesi için kullandığı
yöntem akılcı ve bilimsel yöntemdir. İnsanlık yeni çağ başlarından sonra akılcı
düşünceye sahip olmuştur. Osmanlı Devleti akılcı ve bilimsel düşünceden uzak
kalmıştır. Atatürk, inkılapları ile akılcı ve bilimsel yolu Türk toplumuna kazandırılmasına
çalışılmıştır. Atatürk ilkelerinin kökeninde akılcı ve bilimsel düşünce yatar.
Türkçülük Akımı
XIX. yüzyıl ortalarında doğan aynı yüzyılın sonlarına
doğru gelişen Türkçülük akımı kesin çizgileri ile Atatürk döneminde
belirmiştir. Ancak her işi Türk Milletinin çıkarları açısından değerlendiren Türk'ü yükseltmek, yüceltmek isteyen Atatürk bu akımdan büyük ölçüde
yararlanmıştır.
Atatürk’ün Sentezi
Akılcı ve bilimci düşünce, Fransa ihtilalinin etkisi, Türkçülük
akımı, Atatürk tarafından birleştirilmiş bunların senteziyle ilkeler ortaya
çıkmıştır.
İlkelerin Niteliği
Cumhuriyetçilik,
Milliyetçilik,
Halkçılık,
Devletçilik,
Laiklik,
İnkılapçılık
Altı ilke Atatürk İnkılap modelinin birlik, otorite, eşitlik
sağlamaya, devleti güçlü, toplumu çağdaş düzeye ulaştırıp mutlu kılma
amaçlarına yöneliktir. Atatürk bu konuda şunu söylemektedir “Yaptığımız ve
yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyet halkını tamamen
çağdaş ve modern ve bütün anlam ve görünüşü ile uygar bir toplum durumuna
getirmektir.
Cumhuriyetçilik
Atatürk’ün temel ilkelerinin başına Cumhuriyetçilik konmuştur.
Cumhuriyet bir devlet biçimidir.
Devlet
Belli sınırlar içinde yaşayan ve ortak bazı özelliklere sahip
insanların, kendi içlerinden çıkardıkları güçle örgütlenip yaşamalarından
oluşan bir toplumsal kurumdur.
Egemenliğin kullanılmasına göre Devlet biçimleri oluşmaktadır.
Monarşi, oligarşi, demokrasi devlet biçimleridir.
Egemenliği kullananların belli aralıklarla seçimle iş başına
geldikleri devletlere cumhuriyet denilmektedir. Cumhuriyet oligarşik
cumhuriyet, halka dayalı cumhuriyet (Demokratik - Demokratik olmayan) ikiye
ayrılabilir. Meşruti monarşi demokrasi sayılmasına rağmen cumhuriyet sayılmaz
Demokrasi
Toplumda farklı düşüncelerin temsil edilmesine, vatandaşın yöneticilerini
bu düşünce akımları içinde dilediğince seçmesine denetleyebilmesine dayanan
rejime demokrasi denilmektedir. Doğrudan, temsili, yarı doğrudan olmak üzere
demokrasi şekilleri vardır.
Temsili Demokrasi genellikle kullanılan şeklidir. Bu sistemde
halk kendisini seçtiği vekilleri aracılığıyla yönetir.
Temsili demokraside iki ana esas vardır;
1. Vatandaşın hakları ve özgürlüklerinin güvence altına alınması
2. Temsilcilerin seçimine halkın bütün kesimlerinin katılması.
Cumhuriyet demokrasinin gelişmesi için en ülküsel devlet
biçimidir. Çeşitli sorunlar olmasına rağmen cumhuriyet demokrasi ile özdeştir.
Türk toplumuna demokrasi ve cumhuriyet anlayışının yerleşmesi
çok uzun bir süre aldı.
Orta Asya Türklerinde oligarşik devlet biçimine rastlanılmakla birlikte çok hareketli ve enerjik olan toplumda ayrıcalık fazla göze çarpmamaktadır. Müslümanlığı kabul ettikten sonra Ortadoğu’da devletler kuran Türklerin yapısının monarşiye dönüştüğü görülmektedir. Osmanlılarda ise mutlak monarşinin egemen olduğunu görüyoruz.
Orta Asya Türklerinde oligarşik devlet biçimine rastlanılmakla birlikte çok hareketli ve enerjik olan toplumda ayrıcalık fazla göze çarpmamaktadır. Müslümanlığı kabul ettikten sonra Ortadoğu’da devletler kuran Türklerin yapısının monarşiye dönüştüğü görülmektedir. Osmanlılarda ise mutlak monarşinin egemen olduğunu görüyoruz.
XVII. Yüzyıl sonlarına doğru Osmanlı Devletinde askerlik
alanından başlanarak, çeşitli reformlara gidilmiştir. Tanzimat dönemi ile can
ve mal güvenliği sağlanmış, ıslahat fermanı ile vatandaşlar arasındaki hukuk
ayrıcalığı kaldırıldı. Birinci ve ikinci meşrutiyet dönemlerinde meşruti
demokrasi için yoğun çabalar harcandı.
Atatürk çağdaş düşünce akımları, batıdaki siyasal ve bilimsel
gelişmeler karşısında Osmanlı Devletinin yaşama şansının kalmadığına
inanmıştır. O zaman yapılması gereken millet egemenliğine dayanan cumhuriyet
kurmaktır.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında yeni bir devlet oluşturarak
devleti ulusal egemenlik esasına dayandırmıştır.
Atatürk’ün Cumhuriyet anlayışı millet egemenliğine
dayanmaktadır. Çağdaş Demokrasi onun temel hedefidir.
Atatürk Cumhuriyet ve demokrasiyi kendi sözleriyle şöyle açıklamaktadır:
"Türk Milletinin tabiat ve geleneklerine en uygun yönetim
biçimi cumhuriyet yönetimidir",
"Cumhuriyet ahlaki fazilete dayanan bir idaredir.
Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir."
"Cumhuriyet düşünce serbestliği taraftarıdır, samimi ve
meşru olmak şartı ile her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir.
Yalnız muarızlarımızın insaflı olması lazımdır."
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir."
"Milletin geleceğine yalnız ve ancak millet egemen
olacaktır.”
”Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve akla yatkın uygulamasını
sağlayan hükumet biçimi cumhuriyettir.”
"Artık bugün demokrasi düşüncesi durmadan yükselen bir
denizi andırmaktadır. 20.yüzyıl birçok zorba hükumetlerin bu denizde
boğulduğunu göstermiştir. Demokrasi ilkesi egemenliği kullanan araç ne olursa
olsun temelde ulusun egemenliğine sahip olmasını ve sahip kılınmasını
gerektirir.”
Atatürk'e göre cumhuriyet, milletle, devlet arasında bir kaynaşma
sağlar. Cumhuriyet Türk inkılabının en güçlü ve en yol açıcı ilk büyük
adımıdır. Toplumun dinamizmi, gelişme, çağdaşlaşma yolundaki ilerlemeler, Türk
Devletinin cumhuriyet temeli üzerine oturtulmasından kaynaklanmaktadır.
Milliyetçilik
Atatürkçü düşünce sisteminin başlıca ilkelerinden biridir.
Milli mücadele, Türk milliyetçiliğine ve Türk Milletinin
bağımsız yaşama azmine dayanılarak kazanılmıştır. Atatürk, Türk
milliyetçiliğini şahlandırmış, doğru bir çizgiye yerleştirmiş önderdir.
Millet ne demektir? Nasıl oluşur? Milleti tanımlayan farklı
görüşler vardır; milleti belli bir dine ırka dayandıran görüş, milleti belli
bir dine dayandıran görüş, milleti belli bir dile dayandıran görüş gibi.
Tecrübeler ve yaşam göstermektedir ki bu unsurlar tek başlarına milleti
oluşturmada yeterli değildir. O halde millet kavramının bilimsel tanımı nedir?
Tarih, Gelecek, Kültür Birliği ile bu değerlere ortak olan İnanç Millet
olabilmenin temel ölçüleridir.
Bir ülkede yaşayan insanlar, tarihte ortak değerlere sahip
olmuşlar, felaket ve mutlulukları ortaklaşa paylaşmışlarsa, gelecekte de aynı
biçimde davranacaklarına inanmışlarsa, bu insanları birbirine bağlayan, ortak
bir kültür, ortak bir yaşama biçimi ve hayat görüşü varsa bu bir millet
demektir.
Milliyetçilik; içinde bulunduğu millete ait olma, kendisi
yücelirse, milletin de yüceleceği duygusuna sahip olma ve geliştirmeye denilir.
Yakınçağların başlarına kadar çeşitli aşamalardan geçen yönetim
biçimlerinden sonra milli devletlerin oluşmaya başladığını görmekteyiz.
ABD'nin kuruluşu, Fransız İhtilali sonrası dünyada Milliyetçilik
akımı hızla yayılmaya başlamıştır.
Osmanlı Devletinde milliyetçilik akımı, önce azınlıklar
üzerinde etkili olmuştur. Devletin gerçek kurucusu ve yöneticisi olmasına
rağmen, çeşitli nedenlerden dolayı Türk Milliyetçiliği, Osmanlı Devletinde çok
geç uyandı. Atatürk bu konuda şöyle söylemektedir;
“Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok
ilgisizlik göstermiş bir milletiz, bunun zararlarını fazla faaliyetle
(çalışmakla) telafiye (gidermeye) çalışmalıyız… çünkü tarihi hadiseler
(olaylar) ve müşahedeler (gözlemler), insanlar ve milletler arasında hep
milliyetin hakim (egemen) olduğunu göstermiştir. Özellikle bizim milletimiz
milliyetini ihmal edişinin (Önemsemeyişinin) çok acı cezalarını çekmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu içindeki toplumlar hep milli inançlara sarılarak
milliyetçilik idealinin kuvveti ile kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu
onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden
kovulunca anladık.
Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler anladık
ki kabahatimiz kendimizi unutmuş olduğumuzmuş. Dünyanın bize hürmet
göstermesini (saymasını) istiyorsak, ilk önce biz kendi benliğimize ve
milliyetimize bu hürmeti hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve
hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler
başka milletlerin avıdır.”
Osmanlıcılık fikrinin etkili olmadığı görülünce Türkçülük
akımının yayılmaya başladığını görmekteyiz. Bu akıma edebiyat ve düşünsel
alanda pek çok ismin katkısı olmuştur. (Ziya GÖKALP, Türk milliyetçiliğinin
gelişmesinde etkili olmuştur.)
Atatürk’ün Milliyetçilik anlayışı, “Akılcı, çağdaş, medeni,
ileriye dönük, demokratik, toplayıcı, birleştirici, yüceltici, insani ve
barışçıdır.”
Bu anlayış komünizmle, ırkçılıkla, faşizmle, şovenizmle,
teokrasiyle bağdaşmaz.
Atatürk'e göre millet
a. Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan,
b. Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvaffakıyete samimi
olan
c. Sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda
iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden oluşur.
Türk Milletinin oluşmasında etkili olduğu görülen doğal ve
tarihsel olgular şunlardır:
Siyasal varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, ırk ve köken
birliği, tarih akrabalığı, ahlak akrabalığı
Atatürkçü Düşüncede Milliyetçilik Özellikleri
1. Atatürkçü Milliyetçilik anlayışı ülke ve millet bütünlüğüne
önem verir.
2. Atatürkçü Türk milliyetçiliği anlayışı ırkçılığı reddeder.
3. Atatürkçü Türk milliyetçiliği çağdaşlaşmayı amaçlar,
medeniyetçidir.
4. Atatürkçü milliyetçilik anlayışı laiklik ile bağlantılıdır.
Her türlü mezhep ayrımcılığını reddeder.
5. Atatürkçü milliyetçilik anlayışı sınıf kavgasını reddeder.
Milli dayanışma ve sosyal adaletten yanadır.
6. Atatürkçü Türk milliyetçiliği vatan kavramı ile bağlantılıdır
ve gerçekçidir
7. Atatürkçü Türk milliyetçiliği Demokrasiye yöneliktir. Millet
Egemenliği ilkesiyle bağlantılıdır.
8. Atatürkçü milliyetçilik saldırgan değil barışçı ve
insancıldır.
Halkçılık
Halk
Bir ülkede yaşayan insanların oluşturduğu topluluğa Halk denir. Milletle arasındaki fark, Millet soyut bir kavram olmakla
birlikte halk somut bir kavramdır. Millet geçmişten geleceğe doğru uzanan sürekli bir kavramdır.
Halk ise milletin bugünkü uzantısıdır.
Halkçılık, halkın egemenliğini, iradesini temel almak, yönetimde
halka dayanmak, halktan güç alarak ona hizmet etmektir. Halkçılık
uygulamalarının Fransa İhtilalinden sonra dünyada başlayıp yayılmaya
başladıklarını görmekteyiz. XIX. Yüzyıl ortalarına kadar kanun karşısında eşitlik,
ulusal egemenlik gibi kavramlar Osmanlı Devleti’ne girmemiştir. Osmanlı İmparatorluğunda ulusal egemenliğe dayalı bir halk yönetimi hiçbir zaman
olmamış, eşitlik ilkesi ise XIX. yüzyıl ortalarından sonra gerçekleştirilmeye
başlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda vatandaşlar Müslüman olanlar ve
olmayanlar olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Müslümanlar da yöneticiler ve ulema
kendilerini seçkin sınıf saymışlar kendilerinin dışında kalan insanlara Halk
demişlerdir. Osmanlı Devletinde vatandaşlar arasında hukuk açısından tam bir
eşitsizlik vardı. Tanzimat ve ıslahat fermanlarının etkisi ile toplumdaki hukuk
eşitsizliği, giderilmeye çalışılmış, seçkinlerle halk arasındaki eşitsizlik ise
ulusal egemenliğin başlaması ile yani milli kurtuluş savaşının başlaması ile
giderilmiştir.
Atatürk Halkçılığı
Atatürk’ün halkçılık ilkesinde üç ana temel vardır. Bunlar:
a. Halk egemenliği
b. Eşitlik
c. Sosyal dayanışmadır.
Halk Egemenliği
Yeni kurulan devlet belli bir zümreye değil, belli çıkarlara
sahip kimseye değil, halka dayanmıştır. Atatürk bu konuda şunları
söylemektedir. ”Yeni Türkiye devleti halka değer veren bir devlettir, halkın
devletidir.”, “Bugünkü varlığımızın temel niteliği milletin genel eğilimini
ispat etmiştir, o da halkçılık ve halk hükumetidir.“
"Bizim görüşümüz ki halkçılıktır, kuvvetin, kudretin,
egemenliğin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde
bulundurulmasıdır, yine şüphe yok ki, bu dünyanın en kuvvetli bir esası, bir
ilkesidir."
Halkın devletinde bütün güç halkındır, halk kendi geleceğine
kendi sahip çıkar, “Bizim hükumet biçimimiz tam bir demokrat hükumetidir ve
dilimizde bu hükumet halk hükumeti olarak ifade edilir"
Eşitlik
Atatürk halkın içindeki tabakaları, kümeleri yalnız iş alanları
bakımından farklı görmektedir. Atatürk’ün halkçılık anlayışında bütün bireyler
birbirine eşittir, her meslek sahibi de diğerleriyle aynı saygınlığa sahiptir,
bütün vatandaşlar birbirine eşittir, kimsenin ayrıcalığı yoktur.
"Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş
değil ve fakat kişisel ve toplumsal hayat için iş bölümü itibariyle çeşitli
mesleklere ayrılmış bir olarak görmek esas ilkelerimizdendir.”
"Bizim halkımız çıkarları birbirinden farklı sınıf halinde
değil aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine lazım olan
sınıflardan ibarettir."
Sosyal Dayanışma (Sınıfsızlık, İş bölümü)
Atatürk'e göre halkçılığın temel esaslarından biri de halkın
mutluluğunun gene halkça bir bütün olarak sağlanmasıdır. Bunun için de herkes
çalışmalıdır.
“Ne olduğumuzu bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve
çalışmaya mecbur bir halkız. Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır yetkisi
vardır. Fakat, çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak
ve hayatını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz
içinde yeri yoktur.”
O halde halkçılık toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak
isteyen bir toplum sistemidir."
Çalışma sonuçları dengeli olarak değerlendirilecektir.
Toplumdaki çeşitli kesimlerin çıkarları birbirine denk sayılmalıdır ki
toplumsal barış kazanılsın ve sürdürülsün.
Devletçilik
Devlet
Toplum biçiminde yaşayan insanların, aralarındaki düzeni kurma
ve sürdürmeleri için oluşturdukları güçtür. Devletin temel varlık sebebi,
insanlar arasında düzeni sağlamaktır. Devletçilik, devletin temel görevleri
(adaleti sağlamak, asayişi sürdürmek, ülkeyi savunmak gibi) dışında kalan
alanlara müdahale etmesi demektir. Günümüzde ekonomik kurumlar, toplumun
yaşayışında öncelikli sırayı aldığı için
genel olarak devletçilik, devletin ekonomik alana müdahalesi olarak değerlendirilmektedir.
genel olarak devletçilik, devletin ekonomik alana müdahalesi olarak değerlendirilmektedir.
Atatürk’ün Devletçilik Anlayışı
Hem geniş açıdan hem de ekonomik açıdan değerlendirilebilir.
Geniş açıdan bakıldığında, devletin çok önemli görevleri vardır. Bu görevleri
yerine getirecek olanlar ise vatandaşlardır. Öyleyse vatandaşların bazı
niteliklere sahip olması gerekmektedir. Yurdun savunulması, asayişin sağlanması
için sağlığı yerinde, gürbüz, anlayışları, milli hisleri, vatan sevgileri
yüksek, vatandaşlar gereklidir. İçte ve dışta devlet görevlerini yürütecek
yüksek yetenekte vatandaşlara ihtiyaç vardır. Devlet, vatandaşın, eğitimi,
terbiyesi, sağlığı ile ilgilenmek zorundadır. Geniş anlamda devlet vatandaşın
gelişmesi, yücelmesi için gerekli alanlara müdahale edecektir.
Atatürk’ün Ekonomik Devletçi Yönü
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devletinin yıkıntıları üzerinde
kuruldu. Yeni devlet Osmanlı Devletinden kötü bir ekonomi mirası devraldı.
Tarıma elverişli toprakların pek az bölümü edilebilmekteydi, tarımsal üretim
ilkel araçlarla yapılmaktaydı.
Osmanlı Devleti, sanayi devriminin dışında kaldığı gibi, ülkede
bulunan küçük üretim yerleri, makineleşen, sanayileşen bir dünya karşısında
erimişti. Osmanlı Devletinde var olan ekonomik işletmelerde genelde yabancı
devletlerin denetimi altındaydı. Osmanlı Devletinin girdiği savaşlar, Milli
Kurtuluş savaşı ekonomiyi tamamen yok etti.
Türkiye Cumhuriyeti, başlangıçta kendi ekonomisini kurabilmek
için çok büyük zorluklarla karşılaştı. Osmanlı Devletinin borçları, sermaye ve
yetişmiş eleman eksikliği,1929 – 1930 dünya ekonomik bunalımı, Türkiyeyi olumsuz etkiledi.
Ekonomiye büyük önem veren Atatürk, izlediği devletçi modelle,
ekonomik kalkınma çabası göstermiştir.
Atatürk’ün ekonomiyle ilgili görüşleri şöyledir
“Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar,
ekonomik başarılar ile taçlandırılmazlarsa, elde edilen zaferler ayakta
kalamaz, az zamanda söner.”
“Milletçe ekonomik yönden güçlü olarak geleceğin tehlikeli
günlerine hazırlamalıyız.”
“Endüstrileşmek, en büyük milli davalarımız arasında yer
almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde
mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayi kuracağız ve işleteceğiz. En başta
vatan müdafaası olmak üzere, mahsullerimizi kıymetlendirmek ve en kısa yoldan
en ileri ve refahlı Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zarurettir.”
“Ekonomik kalkınma Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha
kuvvetli, daha refahlı Türkiye idealinin bel kemiğidir.”
“Yeni Türkiye Devleti bir ekonomi devleti olacaktır”
Atatürk'te katı bir devletçilik anlayışı yoktur. Atatürk’ün
devletçilik anlayışı bireye karşı değildir. Türkiye Cumhuriyetini yönetenlerin, demokrasi temelinden ayrılmamakla birlikte devletçilik ilkesine
uygun yürümeleri, bugün içinde bulunduğumuz hallere, şartlara ve zorunluluklara
uygun olur. Bizim izlenmesini yerinde gördüğümüz devletçilik ilkesi bütün
üretim ve dağıtım araçlarını bireyden alarak, ulusu büsbütün başka temeller
üstünde düzenlemek amacını izleyen sosyalizm ilkesine dayanan kolektivizm ya da
komünizm gibi özel ve kişisel ekonomi girişimlerine ve iş yapmalarına meydan
bırakmayan bir yöntem değildir.
Atatürk’ün devletçilik anlayışıyla ve uygulamalarıyla
Türkiye,1930-1939 dönemleri arasında önemli başarılar elde etmiştir.
Sanayileşme çabaları başlamış, ekonomiye kredi ve imkân sağlayacak önemli
kuruluşlar, ekonomiye yön verecek önemli yasalar, bu dönemde çıkarılmıştır.
Laiklik
Laiklik bir devletin temelini, hukukunu dine dayandırmaması
demektir. Fransa ihtilali ile ilk kez temel hakları bir bütün olarak geçilmesi
aşamasına gelinmiş, laiklik dünyaya yayılmaya başlamıştır. Laiklik Devletin
dine karşı cephe alması demek değildir. Müslümanlıktan önceki Türk
devletlerinde, Türklerde o döneme göre din özgürlüğü vardır. Din görevlileri
devlet işlerine karışmamışlardır.
Türklerin Müslümanlığı kabul etmesiyle birlikte Türklerdeki laik
yapı kaybolmaya başladı. Selçuklu Türkleri Osmanlıların kuruluş zamanlarında
Türkler yaşama geleneklerinde serbest davranabilmişlerdir. 16.yüzyıldan sonra
ise Osmanlı İmparatorluğu’na teokratik yapının egemen olmaya başladığını
görmekteyiz. 19.yüzyılda Osmanlı Devleti, devlet yapısında bazı değişiklikler
yapmasına rağmen devletin yapısal özelliğindeki dinsellik sürmüştür. Kurtuluş Savaşının kazanılması sonucu Türkiye’de laikliğe geçiş aşamaları başladı. Yeni
devletin yapısı ulusal egemenliğe dayandırılmıştır.
Bunun için temelde yapılması gereken şey laiklikle geçmedir.
Saltanatın kaldırılması Halifeliğin kaldırılması, eğitim öğretimin
birleştirilmesi, tekke, zaviye, türbelerin kapatılması laiklik ilkesinin anayasaya
girmesi (1937) laiklik aşamalarıdır.
Atatürk’ ün Laiklik Anlayışı
“Din bir vicdan meselesidir herkes vicdanının emrine uymakta
serbesttir. Biz dine saygı gösteririz, düşünce ve tefekküre muhalif değiliz,
biz sadece din işlerini millet ve devlet işleri ile karıştırmamaya çalışıyor,
kaste ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz. Mürtecilere asla
fırsat vermeyeceğiz." Bu sözler Atatürk’ün laiklik anlayışını açıkça
ortaya koymaktadır.
Atatürk’ün laikliği kesinlikle dine karşı değildir
Atatürk Din gerçeğini inkar etmez ”Din lüzumlu bir
müessesedir" demektedir.
Atatürk'e göre din "Allah ile kul arasındaki
bağlılıktır."
Atatürk çeşitli konuşmalarında İslam dinini "Akla en uygun,
en mükemmel din" olarak tanımlamıştır. İslamlık "Tanrı ile kul arasındaki
ilişki demektir. Laiklik bu ilişkiyi koruyup geliştirmeye çalışır. Din ve
mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi
zorlayamaz."
"Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi sahte dindarlık ve
büyücülükle mücadele kapısı açtığı için hakiki dindarlığın gelişmesi imkanını
da temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler terakkinin ve
canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış şark kavimlerinin
fanatiklerinden başka kimse olamaz.”
"Laiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması değildir,
bütün yurttaşların vicdan
ibadet ve din özgürlüğü de demektir."
ibadet ve din özgürlüğü de demektir."
Laiklik ile Devlet bilim ve akıl ile yönetilecek millet de
kendini bu yolda geliştirecektir. Bu gelişmede dinin yeri vicdanlardır.
Laiklik, dine saygı, din devlet işlerinin ayrılmasının yanında
din sömürüsü yapılmaması da demektir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti
olarak kullanılamaz. Ayrıca din, halkı sömürme aracı da yapılamaz." Softa
sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir.
Dinden maddi çıkar sağlayanlar iğrenç kimselerdir.”
Atatürk’ün laiklik anlayışı kalkınmanın, çağdaşlaşmanın en
önemli itici gücü olacaktır.
İnkılapçılık
Atatürk'e göre Türk inkılabı nedir? Neden yapılmıştır "Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve modern ve bütün anlam ve görünüşü ile uygar bir toplum durumuna ulaştırmaktır".
"Biz büyük bir inkılap yaptık, memleketi bir çağdan alıp
yeni bir çağa götürdük" sözleriyle Atatürk Türk inkılabı ile çağdaşlaşmayı
hedef almıştır. Bütün alanlarda gelişme ana hedeftir. "Türk milletini son
asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine milletin en yüksek
medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseleri koymuş olmak
Atatürk'e göre Türk inkılabıdır. Atatürk, inkılapların başarıya
ulaşabilmesi için millete dayanmak gerektiğini de anlamıştır. "Türk
milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasal ve toplumsal
inkılapların gerçek sahibi kendisidir, sizsiniz, milletimizdeki bu yetenek ve
gelişme var olmasaydı onu yaşatmaya hiçbir güç ve kudret yeterli
gelmezdi." "İnkılap hareketlerinde dikkat edilecek nokta, insan
cemiyetlerini emellerini, fikirlerini teşhis ettikten sonra onlara yenilikleri
kabul ettirebilmektir."
Atatürk Türk inkılabını milletin yeteneği ve gelişme gücüne
dayanarak gerçekleştirmiştir. Türk inkılabı genel kurallara uygun, düzensizlik
evresi geçirmeyen köklü ve büyük bir toplumsal sistem değişikliğidir.
Türk inkılabını korumanın yolu: "İnkılabın temellerini her
gün derinleştirmek, sağlamlaştırmak, güçlendirmek gerektir." Türk inkılabı
sürekli olarak yenilenmelidir. Eğer bu yapılmazsa çağdaşlaşma yolundaki çabalar
sonuçsuz kalır. Atatürk ilke ve inkılapları sürekli yenileşmeye açıktır. Atatürk’ün
inkılapçılık ilkesi ile, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma çabasında hem
geçerliliğini, yararlılığını sürdüren inkılapçı uygulamalara sahip çıkılmasını,
onların korunmasını, geliştirilmesini; hem de yeni ihtiyaçlar karşısında yeni
inkılapçı uygulama ve çözümlere gidilmesini istemektedir. İnkılapçılık
kalıplaşmayı, durağanlığı, köhneleşmeyi, işlevini kaybetmeyi, çağın toplumun
gerisinde kalmayı önlemek, dinamik bir inkılap anlayışını sağlamak ve sürdürmek
için konmuştur. Atatürkçülük dinamik bir ulusal ideolojidir. Onu durağanlıktan,
dogmacılıktan kurtaran, yaşayan, yaşatacak olan, çağın gerisinde bırakmayacak
olan inkılapçılık ilkesidir.
Sonuç
Atatürk ilkeleri bir bütünün parçalarıdır. Her biri bütünü tamamlayan
özelliklere sahiptir. Cumhuriyet, millete dayanmazsa, milliyetçi değilse değeri
yoktur. Cumhuriyet, halkın içinden çıkmalı, halkçı olmalıdır. Halkın
sorunlarını çözerken devletçi olacaktır. Milliyetçi, halkçı, devletçi bir
cumhuriyet laik olmak zorundadır. Bunların korunması, sürdürülmesi,
geliştirilmesi ise yani çağdaşlaşma ve çağdaşlığı sürekli kılma inkılapçılıkla
mümkün olacaktır. Atatürk ilkeleri bütün insanlığa seslenmekte ve insan
sevgisini dile getirmektedir. İlkelerin birleşmesi, güçlü, sağlam, kalıcı bir
hayat görüşünü bize vermektedir ve her zaman uygulanabilir niteliklere
sahiptirler.
0 Yorumlar