Advertisement

Monetize your website traffic with yX Media

Tımar Sisteminin Bozulması ve Sonuçları

Tımar sistemi Osmanlı Devleti'nde uygulanan toprak, ordu ve vergi ile ilgili bir usuldür. Bu sistem, ilk Türk - İslam Devletlerinde uygulanan (onun da kökeni Pers - İran toprak idare usulüdür.) ikta sisteminin Roma ve Bizans dönemlerinde uygulanmış olan ve adına pariton denilen toprak idare sistemiyle sentezlenmesi sonucunda oluşmuştur.

Sistem basitçe şöyle işlemektedir. Mülkiyeti devlete ait olan topraklarda, toprağın üzerinde yaşayan halk kiracı konumunda toprakta çalışıp üretim yapacak ve bunun karşılığında da devlete vergi ödeyecektir. Ancak bu haliyle pek işlevsel bir sistem ortaya çıkmıyor. Sistem hem basit hem de daha işlevsel bir hale getirilmelidir. 

Halk üretim yaparken üretimin devamlılığı, üretim bölgesinin güvenliği, toplanacak verginin merkeze güvenli bir şekilde ulaştırılması gibi bir takım gereksinimler söz konusu olmaktadır. Bu durum ise sisteme yeni bir takım aktörleri dahil etmeyi mecbur kılmaktadır. Kimdir bu aktörler? Öncelikle vergileri düzenli olarak toplayacak bir vergi memur sınıfı, bunları denetleyecek bir denetimci zümre ve güvenlik işi için askeri unsurlara ihtiyaç doğmuştur. Bu durum topraktan alınan gelirin de artmasına sebep oluyor. Çünkü her bir işi yapacak kişiye bir maaş ödemesi zorunludur. Bürokrasi arttıkça işler hantallaşır. Devletin işlevselliği bürokrasinin azlığı ile doğru orantılıdır. Devlet hem bürokrasiyi azaltmanın hem düzenliği sağlamanın hem de üretimin devamlılığını tesis etmenin yolunu işte bu Tımar Sistemi ile bulmuştur. 

Mülkiyeti devletin olan toprakta üretim yapan çiftçi (çift bir arazi ölçüm birimidir. Bir çift öküzün sürebileceği ve bir ailenin geçimini sağlayabileceği büyüklükteki arazi bir çift olarak ifade edilmiştir.) yaptığı üretim için bir vergiye tabidir. Çiftçinin görevi elde ettiği ürün karşılığı olarak devlete vergi ödemektir. Devlet tahsil etmesi gereken bu vergi için ülkenin en ücra köşelerinde bile üretim yapan çiftçiye bir vergi memuru göndermeyi ve bu vergi memurunu denetleyecek bir başka memuru göndermek, onların güvenliğini sağlamak için de bir asker görevlendirmeyi pek faydalı görmemiş ve onun yerine adına Tımarlı Sipahi denilen bir kişiyi Tımar Sisteminin uygulandığı bölgelere görevlendirmiştir. Bu sistemin kilit rolü işte bu Tımarlı Sipahi'dedir.

Tımarlı Sipahi, tek görevi üretim yapmak olan çiftçinin, işini yapması için ortam oluşturmakla görevlidir. Çiftçi üretecek Tımarlı Sipahi vergiyi tahsil edecek. Böylece ayrı bir vergi memur sınıfına ihtiyaç kalmayacaktır. Tımarlı Sipahi üretimin devamlılığından sorumludur. Eğer çiftçi üretimi durdurursa geriye kalan her şey de durur. O yüzden Tımarlı Sipahi mazeretsiz üretim yapmayan çiftçinden, üretim yapmasa bile o yıl ödemesi gereken vergiyi alır. Bu vergiye "çiftbozan vergisi" denilir. Eğer ki çiftçi üç yıl boyunca mazeretsiz kendisine ayrılmış çiftti işlemezse verimliliği düşüreceği için Tımarlı Sipahi çiftçiden o çifti alır ve başkasına verir. Tımarlı Sipahi'nin görevli olduğu bölgede yaşayan çiftçi üzerinde geniş yetkileri bulunur. Örneğin çiftçi kendisine tahsis edilen üretim bölgesini yani çifti terk edecek olursa yakalandığı yerde tutuklanır ve Tımarlı Sipahi'ye teslim edilir. Ancak bu durum çiftçi ile Tımarlı Sipahi arasında bir köle - efendi hukukunun olduğu anlamına gelmez. Eğer Tımarlı Sipahi sorumluluğundaki çiftçiye kötü muamele ya da haksızlık yapacak olursa çiftçi kadıya şikayet eder ve Tımarlı Sipahi yargılanır.

Tımarlı Sipahi'nin çiftçiden vergiyi topladıktan sonra görevi bitmez. Sipahi bulunduğu bölgede güvenliği tesis etmek mecburiyetindedir. Bunun içinse bir kolluk kuvvetine ihtiyaç doğar. İşte burada "cebelü" denilen atlı asker devreye girer. Bu atlı askeri temin etmek, yetiştirmek ve her türlü ihtiyacını karşılamak görevi Tımarlı Sipahi'ye aittir. Tımarlı Sipahi idare ettiği Dirlik denilen topraklarından yıllık olarak topladığı her üç bin akçe için bir cebelü yetiştirmek zorundadır. Bir Has arazinin yıllık gelirinin 100 bin akçeden fazla olduğunu ve bir Tımarlı Sipahi'nin elinde onlarca Has arazi bulunabileceğini düşünürsek cebelü sayısının hiç de az olmadığını söyleyebiliriz.

Cebelü denilen bu askerler tamamen Tımarlı Sipahi'nin emrinde görev alırlar. Savaş harici dönemlerde Sipahi'nin güvenlikle ilgili görevlerini yürütmesinde yardımcı olan bu askerler savaş çıktığı zaman Tımarlı Sipahi'nin emrinde en yakın Sancakbeyi'ne katılmak mecburiyetindedirler. Bu durum Osmanlı Devleti'nin hazinesine yük oluşturmadan taşrada güvenliğin sağlanmasına ve her an savaşa hazır bir ordunun oluşmasına imkan tanımıştır.

Salyanesiz eyaletlerdeki Dirlik arazilerde uygulanan bu Tımar sistemi sayesinde devlet; toprakların düzenli olarak işlenmesini, buradan alınması gereken verginin düzenli olarak toplanmasını, vergileri yerinde kullandığı için vergilerin merkeze ulaştırmasında doğabilecek güvenlik sorununun oluşmasının engellenmesini, en ücra köşelere kadar devlet otoritesinin götürülmesini, her an savaşmaya hazır askerin temin edilmesini sağlamış oldu.

Peki böyle bir sistem ne oldu da bozuldu? Bunun bir çok farklı cevabı var ve hepsi de doğrudur. Ancak bozulmanın ilk başladığı yerlerden biri "uzun süren savaşlar"dır. Osmanlı Devleti bütün sistemini "sürekli fetih" üzerine kurmuştur. Sürekli fetih olacak, topraklar genişleyecek, bu geniş toprakları işleyecek bir insan gücü temin edilecek, hazine dolacak, ordu güçlendirilecek ve yeninden fetih yapılacak. Bu esasında sürdürülebilir bir iş değildir. 

Osmanlı Devleti artık savaş alanlarında Yükselme Döneminde ya da Kuruluş Döneminde olduğu gibi hızlı ve mutlak kazanımlar elde edememeye başladı. Bu sadece Osmanlı Devleti ile ilgili bir durum değildi. Bu durumun yaşanmasında Osmanlı Devleti'nden çok rakipleri etkili olmuştur. Osmanlı Devleti sürekli olarak Batı yönünde ilerlerken rakipleri hem Osmanlı Devleti'ne karşı hem de kendi aralarında sürekli savaş halinde bulunuyordu. Üstelik bu durum Batılılar için daimi bir kayıp şeklinde olmuştur. Bu durumu daha fazla sürdürme imkanı bulunmayan Batılılar Osmanlı Devleti'ne karşı "birlikte" hareket etmeleri gerektiğini anlamış ve aynı zamanda ilerleme kaydetmeleri gerektiği fark etmiştir. Batılılar bunu fark edip bu yolda hareket ederken Osmanlı Devleti ise sürekli bir hantallaşma içine girmiştir.

Dengelerin değişmeye başladığı 16. yüzyıl sonrasında artık Osmanlı Devleti savaş alanlarında mutlak kazanımlar elde etmekte zorlanırken savaşlar uzun sürmeye başlamıştır. Uzun süren savaşlar Osmanlı Devleti'nin toprak sisteminin ve ekonomisinin de bozulmasının nedeni olmuştur. Çünkü sistemi savaş kazanma üzerine kurulmuş bir devlettir Osmanlı Devleti.

Uzun süren savaşlar nedeniyle Tımarlı Sipahi barış zamanında yapması gereken işleri yapamaz hale gelmeye, üretimde olması gereken insan gücü kendini yenileyememeye, ordunun gereksinimleri karşılanamamaya, vergiler düzenlenemediği için devletin ekonomik gücü zayıflamaya başlamıştır.

Sistem düzgün işlerken Tımarlı Sipahi taşrada güvenliği tesis ediyor, çiftçiyi denetliyor, üretimin devamlılığını sağlıyordu. Böylece hem asker yetiştiriliyor hem de vergi gelirleri düzenli olarak toplanabiliyordu. Ancak artık taşrada güvenlik kalmadığı için çiftçi araziyi boş bırakmaya, üretim ise azalmaya başladı. Üretim azalınca vergilerde de düşüş yaşanmaya başladı. Hiç bir devlet vergi gelirlerinin azalmasına tahammül edemez. Osmanlı Devleti de azalan bu vergi gelirlerini artırmak, hazinenin nakit sıkıntısını gidermek için Dirlik arazilerinde uygulanmayan iltizam usulünü Dirlik arazilerinde de uygulamaya ve Tımarlı Sipahi'nin idare ettiği bu tür arazileri mültezimlere vermeye başlamıştır.

Tımarlı Sipahi'nin mantığı topraktan kar etmek değildir. Toprakta sürekliliği ve verimi artırmak onun amacıdır. Ancak iltizam usulünde mültezim devlete vergiyi peşin olarak verdiği için verimle değil karla ilgilenir. Fazla kar etmek içinse çiftçiyi sömürme yoluna gider. Çiftçi emeğinin sömürülmesine karşılık yaşam standartlarının düşmesi nedeniyle çiftini terk etmeye böylece kırsaldan kente göç olgusu yaşanmaya başlamıştır.

Göç olgusu her toplumsal sistemin çöküşünün ilk göstergesidir. Kırsalda üretmesi gereken kentlerde tüketici konumuna gelmiş hem kırsal yaşam hem kentsel yaşam bozulmuştur. Kırsalda azalan nüfus üretimin düşmesine neden olduğu gibi kentlerde işsizlik artış göstermiştir.

Tımar Sisteminin bozulmasının ilk etkisi düşen vergilerden dolayı hazinede, asker yetiştirilememesinden dolayı ordu ve savaş meydanlarında görülürken artık sonuçlar kendini kırsal ve kentsel dengenin bozulmasına bağlı olarak işsizlikle de kendini göstermeye başlamıştır.

Bütün toplumsal sistemlerde hayatın memnun olmayan nesiller kendisinden sonra gelecek neslin daha iyi yaşam koşullarına sahip olması için doğru bir yönlendirme ile gelecek nesillerin hayatlarını şekillendirmek ister. Osmanlı toplumu gibi geleneksel toplumlarda kalabalık aileler söz konusudur. Bunun temele nedeni çocuğun en kısa sürede işgününe katılması ve üretim imkanlarının artırılmasıdır. Çok fazla çocuğu olan ve onların geleceklerinden kaygılanan ebeveynler çocuklarına iyi bir gelecek için onları kendilerinden farklı bir işle hayatını kazanmaları için çabalar. Osmanlı toplumundaki çiftçi de kendi iş kolunda geleceğin olmadığını görmesinden sonra çocuklarını farklı iş kollarına yönlendirmeye çalışmışlardır. Ancak bu konuda maalesef çok fazla seçeneğe sahip değillerdir.

Tarımla uğraşan ancak bu uğraşlarının bir gelecek vaad etmediğini gören bir çiftçi çocuğunu ya zanaata ya da ticarete yönlendirmesi gerekir. Zanaat ve ticaret şehirlilerin işidir. Zanaatla uğraşarak geçim sağlamak uzun bir zaman gerektirir ve bu her çiftçinin çocuğuna sağlayabileceği bir imkan değildir. Ticaret ise sermaye gerektirir ve bir çiftçide bu zaten mevcut değildir.

Çiftçinin çocuğuna sağlayabileceği bir başka yol ise eğitim almasını sağlamaktır. Osmanlı toplumunda reaya (yönetilen) ve beraya (yöneten) olmak üzere iki ayrı zümre mevcuttur. Reayadan berayaya geçiş yani sosyal mobilizasyon için iki şey gereklidir. Önce Müslüman olmak sonrasında ise gerekli eğitime sahip olmaktır.

Bir Müslüman çiftçinin çocuğunun reaya olmaktan kurtulup beraya sınıfına mensup olmasının yolu medresede eğitim almaktan geçer. Bu arada eklemem gerekir ki Osmanlı Devleti'nde eğitim kurumu olan medreseler vakıflar tarafından açılır ve idare edilir. Ayrıca Kanuni dönemi itibari ile çok sayıda vakıf tarafından çok sayıda medrese açılmıştır. Medrese mezunu bir kişi ise berayaya mensup bir ilmiye sınıfına mensup olur. Kassamlıktan Şeyhülislamlığa kadar geniş bir yelpazede istihdam edilirler. Medreseler açılmış ancak aynı oranda istihdam imkanı ise yaratılamamıştır. Bu durumda eğitim kurumlarla rağbet artarken bu kurumlardan mezun olanlar arasında da rekabet söz konusu olmaya da başlamıştır. Az sayıdaki iş imkanı için çok sayıda talep söz konusu olmuştur.

Osmanlı Devleti'nde çiftçilikle uğraşırken bozulan düzenden memnun olmayan çiftçi güvenlik ve iş ihtiyacı için kırsaldan kente gelirken işsiz yığınlar halini almış kendi çocuklarının eğitim alarak işsizlik batağına saplanmaması için onun medrese eğitimi alması için elinden geleni yapmıştır. Ancak burada farklı bir sorunla karşılaşmıştır. Çünkü ilmiye sınıfı içerisindekiler az sayıda işin - hak etmiş olsa bile - çiftçi çocuklarına değil kendisi gibi imam, vaiz, kassam, kadı, müderris gibi kişilerin çocuklarına verilmesini sağlamış bu süreçte "beşik ulemalığı" denilen bir toplumsal hastalık peyda olmuştur. Çiftçi çocukları ise medrese eğitiminden önce "niteliksiz" işsizken medrese eğitiminden sonra "nitelikli" işsiz haline gelmiştir. Üstelik medrese eğitimleri süresince herhangi bir zanaatla meşgul olmadıkları için kaybettikleri sadece zamana olmuştur.

Nitelikli işsiz durumundaki suhte denilen bu medrese mensuplarının durumuna devlet duyarsız kalmıştır. Bu süreçte suhtelerin durumuna yönelik devletin attığı ilginç bir adım olmuştur. "Cerre hakkı" verilmesi. Cerre hakkı tanınan suhteler ramazan aylarında köy ve kasabalarda namaz kıldıracak, kuran ve ilahiler okuyacak buna karşılık cami cemaatinden para, yiyecek ya da giyecek yardım talep edebilecektir. Bu bir haktan ziyade bir dilencilik izni gibi durmaktadır.

Cerre hakkı da bir işe yaramamıştır. Çünkü bu hak yalnızca ramazan ayları için geçerlidir. Ramazanda dilenen suhteler geriye kalan 11 ayda yine işsizlikle baş başa kalacaktır. Devlet hem kadro vermiyor hem de açlığa mahkum ediyordu. Ama tanıdığı olanlar, bir yolunu bulup kadrolarını alabiliyorlardı.

Suhteler dönemin asker kaçaklarına katılarak eşkıyalık faaliyetlerinde bulunmaya başlamışlardır. Genel olarak "Büyük Kaçgun" hareketi denilen Anadolu'da düzensizliklerin ve çetecilik faaliyetlerinin bulunduğu dönemde medrese talebelerinin de başlattığı "Suhte Ayaklanması" denilen bir seri ayaklanmalar baş göstermiştir. Bu suhte ayaklanması karşısında devletin aldığı önem ise kesin çözüm olmuştur. Bu önem ordunun suhteler üzerine yürümesi sonucunda suhteler öldürülmüş ve böylece hem isyan bastırılmış hem de işsizlik çözülmüş oldu.

Tımar Sisteminin bozulma nedeni bir tek nedene dayandırılamayacağı gibi bozulmanın sonuçları da bir kaç nedenle sınırlı olmamıştır. Devlet yıkılmakla siyasi bir sonuç elde edilmiş olsa da Anadolu halkının gözünde devlete duyulan güven sarsılmış ve yüzlerce yıl devam edecek olan bir huzursuzluk süreci yaşanmıştır.




Yorum Gönder

0 Yorumlar